Perşembe, Eylül 23, 2010

Kader... İnsanı Kemiren Kader...


Bir yerlerimizden bir şeyler eksiliyor. Fark ediyoruz ya da umursamıyoruz. Bu da umarsızca kabullenişimizi bize işaret ediyor. İnsanı kemiren her detay belki kaderimizin biçilmesine sebep oluyor. Bu da belirlenmiş bir yaşamı ayaklarımıza sunuyor. Ayaklar soğuk yere değdiğinde irkiliyorsunuz, belki de biraz tüyleriniz diken diken oluyor. Ama kimin umurunda ki dünya, değil mi?

Tindersticks konserine erken gitmek güzeldi belki ama o anki boşluğu dolduramadı emin olduğumuz şeyler. Örneğin sadece grup için gittiğimi düşündüm ama aslında sadece onun için değildi. Birileriyle tanışmak da nedenlerden sadece biriydi. Belki de farklı tanışmalar. Örneğin eski ve unuttuğunuz birini görüp, birkaç cümle kurarken aslında birbirinizi fark etmediğinizi anlamak ve kaderin bir cilvesi... Bunu istemek de bir amaca hizmet ediyor işte: Kader...

Nitekim istenilen her şey de oldu. Örneğin unutulan biriyle karşılaştım ama o an içimden ne geçiyorsa artık muhabbetten çok karşı tarafın monologlarıyla oluşan kelimeler serisi hakimdi konuşmaya. Bakışlarım sanki onu tanımamış gibiydi ki, ilk anda tanımadım da. Çünkü kızımız zayıflıktan ölüyordu. Kelebek olmadan önceki tırtıla benziyordu. Ben o an tırtılı istemedim. Tırtıl beni istedi mi? Hiç bir fikrim yok. Peki eskiden onu ister miydim? Sanmıyorum, istediğim kişi o değildi. O yüzden de onu hayal kırıklığına uğrattım.

Diğer bir alternatif ise görüştüğün birisiyle anlamsız bir dakikayı anlamlı hale getirmek... Bunun olası olması düşük ihtimal ama neden olmasın ki, hayatta her şey mümkün değil midir? O an olacak gibidir. Baş başasındır, eğlenceli vakit geçirdiğin bile söylenebilir. Sana kocaman gülen bir yüz vardır. Tabii gülen yüz, aslında seni hep komik bulan birisi de olabilir. Kadınlar komik görünen ciddi erkekleri mi, yoksa ciddi duran komik erkekleri mi severler? Belki de ikincisi olmalı... Bunu bilemem ama sonunda her şeyin yolunda gitmediği ortaya çıkar, çünkü arkadaşım diye bahsedilen kişi kızın beline sarılır, aniden ortaya çıkarak. Böylece tüm mitler ve zamanlar değişir. Dersin ki kaderlerimiz kesişmiyor. Bakın yine kader...

En sık rastlanabilecek ihtimal ise elinde bira şişesi bulunan yalnız bir kız... Tabii onun yalnız olduğunu da tam bilmiyorsun. Sadece yanına gidip konuşman lazım. Olabilirsen, biraz da esprili ve sempatik... Tabii güzel bir gülümsemen varsa bunlara da gerek kalmayabilir. Tabii kimin gülümsemesi güzel, insan nasıl anlayabilir ki? Risk de olsa denersin şansını. Ya da tokatlanırsın ama şansını denemiş olursun, tam tersi olduğunu düşün. O ihtimalsizliğe göz kırpan ihtimal senin yanında zafer dansı yapıyor. Bu yüzden denemekten sakınca çıkmaz. Ancak işte ne oluyorsa o anda oluyor işte. Hiç çekinmeyen piç eleman o an biraz aksamaya başlıyor. Diyorsun ki içinden, o da hoşlansaydı yanında olurdu. Bu yüzden de kılını bile kıpırdatmıyorsun. Belki de başka fırsat olmayabilir hemen dene diyorsun içinden. Fakat olmuyor. O anda sızlanmaya başlıyorsun ve içinden neden hep ben gitmek zorundayım. O gelsin, pas versin biraz bana. Bunda eski deneyimlerdeki fiyaskoların da katkısı yok değil. Özgüven o anda kendini anlamsız bir megolomanlığa bırakıyor. Kız devamlı yaslandığı direkleri değiştiriyor. Bardan, masaya, masadan sahne önüne geliyor. Sen de yavaş yavaş ona kayıyorsun. Bir şeyler diyebilirsin ama ağzından çıkacak her kelime kızı itecek gibi hissediyorsun. Neden direkt dudaklarına yapışmıyor ki diyorsun ve sonunda zaman akarken araya insanlar giriyor ve o kız da elinden kayıyor. Ve diyorsun ki kaderimde yokmuş. Kaderinde ne var peki o zaman? İlle romantik bir anla dolu bir tanışma mı olacak? Belki de iki lafladıktan sonra o kızı yatağa atmalıydın ve sevişirken kıza bir şey duyacaktın. Belki de buydu senin için uygun olan. Ama nitekim kader engel oldu öyle değil mi?

İşte bundan sonrası tamamen doğaçlama bir hal alıyor. Eğlenceli bir konser insanı olduğunu kanıtlıyorsun. Şarkılara eşlik ediyorsun, çalan grubu memnun etmek pahasına sonuna kadar avazın çıktığı kadar bağırıyorsun.  Aptal espriler yaparken, bir yandan da şarkılara kendi eklentilerin olan bölümler ekliyorsun. Grup elemanlarıyla bağ kuruyorsun. Yanındaki topluluk zaman zaman senden bahsediyor, zaman zamansa ne aptal adam diyor. Senin ise hiçbir şey umrunda değil. Kendini müziğe bırakıyorsun ve bazen gecenin sürprizlerinden biri karşına çıkıyor. Eline sürtünen biçimli ve seksi bir kalça... Hoşuna gidiyor, kız da sesini çıkarmıyor. Sende avuçluyorsun kalçayı. Hatta içinden kızın boynundan öpmek geliyor ve daha anlatılamayan çeşitli fanteziler... Aman kaderin işgüzarlığına bak, aklından geçirdiklerini yapamıyorsun. Sadece kızın sana sürten şeyleri ile idare ediyorsun. Belki de göz göze gelirsiniz ve devamı gelir diye. Ancak eğlence aklında, belki de olması gereken bu...




Çarşamba, Eylül 01, 2010

Doldurulamayan B O Ş L U K lar Dükkanı

İçimde bir boşluk var. Kişisel olarak mutlu sayılırım ama bu boşluğu oluşturan nokta kalbim sanırım. Çünkü artık sevebileceğim birilerini bulmam lazım gibi. Ancak kimse karşıma çıkmıyor ki? Ben beğensem, o benden hoşlanmıyor. Ya da başka yerlere göç ediyor. Başkası beğense, o benim aradığım insan olmuyor. Bu son seçeneği daha önce denedim ve uzun bir ilişki oldu ama yine denemek içimden gelmiyor. Bu yüzden ne olacaksa karşılıklı olmalı... Ne ben çok uğraşayım, ne de o çok donuk kalsın ve beni istediğini belli etsin. Tıpkı daha öncekilerdeki gibi.

Mesela benim küçük aptalımdaki gibi, bana kocaman parıldayan bir gülümseme atsa bana ve ben o an feleğimi şaşırsam. Böylece hamle yapma ihtiyacı duysam.

Ya da 2b'deki gibi yanımda çaktırmadan bakışlarda bulunsa, sıcak bir elektrik alsam ondan. Yavaş yavaş zengileşen bir ilşki haline gelse...

Dört nokta gibi olmasa, o çok karmaşıktı. Yani belirsizliklerden hoşlanmıyorum ki, ben daha olgun bir ilşki olması taraftarıyım bu yüzden.

Veya aniden olmalı pembedeki gibi. Çok aniden başlayan bir ilişki, sen bile ne olduğu anlamıyorsun ve kendini bırakıyorsun kanatların el verdiği doğrultuda. Bazen kaybetmek kendini, son derece istenilen bir olgudur. Bu yüzden de kaybetsem kendimi onun duruluğunda yüzen kağıttan bir kayık misali...

Yeni bir tarz da olabilir tabii ki ama yeter ki olsun. İçimdeki boşluk, dönüşse içime sığmayan bir doluluğa...

Yaz biterken sonbaharda romantizm dalgaları esse fena mı olur?

8,5 - 9 ay çok uzun zaman gibi...

Yeni bir aşk ile yükselsem iş olarak da ve döngü yerini doğrulmaya çevirse...