Pazartesi, Aralık 05, 2011

Kalabalığın İçinde Yalnız Kalmak: En Berbat Gece ve En Güzel Günün Ard Arda Gelmesi


Uzun zamandır buraya gelmedim. Çünkü herkes için olan bir blog olsun istedim. Bunun üzerine sinema bloğumu hayata geçirdim. Bunun üzerine burayı boşladım. Ne de olsa kendime yazıyorum. Kendim için yazıyorum. 

2011 gösterip vermeyen bir yıldı. Hala da son ayında olsak da devam eden bir yıl. Artık onun vedalaşmanın zamanı geldi. Benim 5 projemi yeni bu sene. Tatil yapamadım. Çok çalışarak hiç bir şey elde edemediğim bir yıl oldu. 

Düşünsenize yıla o kadar umutlu girmiştim ki; hayatım değişecekti 2011'de neden mi 27 uğurludur diye. Palavra! 27 uğurlu olsa da ben uğurlu değilim anlaşılan... Ya da bu zaman dilimi. 2010 - 2011... Bu yıllar beni maffetti. 

Askerden döndüğümde kendimi şanslı hissettim. Bir sevgilim, aniden karşıma çıkan işim ve hayallerimi sonuna kadar götürecek umudum vardı. Peki sonra ne oldu da bu duruma geldim. Bilmiyorum ki? İşler her zaman kötüye gittiğinde düzelir. Ancak bu sefer değişmedi. Geride kalan şu 2 yılı düşünelim. Aklımda o kadar az şey kaldı ki... Örneğin düşünelim...

2010... Rammstein konseri

2011... Iron Maiden konseri
            Sonisphere, Rock N coke, Bon Jovi, Mr. Big...
            Yaşi'ye bağlanmak...

İşte yıl değerlendirmekten çok bu sefer 2011'in en önemli anlarına işaret etmek istiyorum. 

Bunlardan birisi en kötü gecesiydi belki de... 

2 ARALIK 2011 : En kötü hisleri yaşadığım gece...

Senaryo grubuyla toplantıdan sonra boş kalacaktım. Onu görecektim. O, bal böceği... Ben koymadım bu ismi aslında, kendisi koydu. Barış Manço'nun bir şarkısından ortaya çıktı. Aklımda sadece onu öpmek vardı. Onu yanıma çağıracaktım. Bir kere öpecektim ve ayrılacaktım kendi dünyama. O da arkadaşlarıyla vakit geçirecekti. Ben dahil olmadan özgürce. 

O an yanına gitme ihtiyacı hissettim neden bilmiyorum. Oturduk arkadaşlarıyla, her şey olumlu gitti. Kakara kikiri... Kaynaşmaya çalışan soğuk insanlar gibiydik. Dışarıya sıcak göründüğümüzün farkındayım. Belki de sisteme uyum sağlamak içindi her şey...

Sonra oradan kalkıldı. Lokal diye bir yere gidilecekti. Ya da karaoke barı olduğumuz girişi dahil, paranı çöpe at mesajı veren bir yere... Ben duyunca cayılır zannettim ama "biz çalışanlar ayda bir kez adam gibi çıktığımız için, paraya kıyarız!" repliğini kulağımda tiksinerek dinledim. Tınlaması bile tüylerimin diken diken olmasına yetti. Neyseki lokal oldu mekan. Öncesinde şok geçirdim. Nerede kalacaksın diye sorulduğunda bal böceği arkadaşında olduğunu söyledi. Benim tarzım değildir. Kız arkadaşını, tanımadığım insanlarla yollamak. Bu yüzden benimle kal dedim. O ise düşüneceğini söyleyerek beni sakinleştirdi. 

Daha önce gitmediğim bir yerdi. Dans edin ya da bön bön bakın diyen küçükçe bir dans pisti ve bardan oluşan yerdi. Müzikler seksenlerin film ve pop şarkılarından oluşuyordu. Müzik olarak eğlenceliydi. Ancak yine de kendi başıma hissettim orada kendimi. Gerçekten de insanlar öylece bakıyorlardı. Aslında orada olmak istediklerine dahi emin değilim. Sadece gösterişti, ben de buradayım demekti . Belki de sevenler vardı. Fakat sevenler de, sonradan görüp gelenler de ayrı dünyaların insanlarıydı. 

Sonra seninle dans etmeye kalktığımda, başarısız dansçılığımın da verdiği yeteneksizlikle, ne olursa olsun diye benimle dans etmeyi tercih etmedin. O arkadaşınla dans ettin bir süre... Evinde kalmak istediğin altı ayda bir gördüğün o eski okul arkadaşınla dans ettin. Üstelik o da yeteneksizin biriydi dans ederken, sadece kolları daha hareketliydi. Benim suçum muydu bilmiyorum ama ayak figürlerimin görünenden daha fazla olması. O adam ise kollarıyla bir ahtapot gibi ahenkli görünüyordu. Bana bakmadın o an... Ona baktın, dans ederken eğlendiğin kişi oydu, ben değildim. Zaten onun yanında da beni hiç öpmedin. Bilmem ki ben değerli miydim gözünde? Yoksa değer veren sadece ben mi kalmıştım?

Lokal de sonunda bitti. Evlere gitme zamanıydı. Senin elin benim elimdeydi. Benimleydin. Hiç konuşmuyordun. Benimle geleceğini düşünüyordum. Sonra arkadaşın geldi. Artık gidelim. "Sen nerede oturuyorsun?" diye sordu. Ben karşıda dedim. O zaman artık sen de geç kalma git dedi. Biz de taksiye bineriz dedi. O an bal böceğini elimden almak istiyordu. Ben ise sadece bal böceğine baktım. Gözlerinin içine diktim gözlerini. Benimle gel, onlarla gitme dedim. O kadar çok sessizce söyledim ki bunu. O her seferinde gözlerini kaçırdı. Reddetti. Yüzüm asıldı, gözlerimde gelmemesinden korktuğumu ifade eden ıslak ama düşmeyen gözyaşları vardı. Onlar hep orada dururlar ama düşmezlerdi. Sonra arkadaşlarından biri taksiye binmek istedi. Yürüyemezlermiş. Ben ise gitmek istemedim. Sırf onun için yanlarında geldim. Son ana kadar benimle geleceğini düşündüm.

Takside kulağına fısıldadım, benimle gel. Onlarla gitme dediysem de... Beni üzmek için yemin etmişti kendi kendine sanki. Araba durduğunda o kadar acıklı baktım ki, yüreğim acıdı. O ise reddetti benimle gelmeyi. Bağırmak istiyordum. Sonra arkadaşlarının ellerini sıktım centilmence, iyi geceler dedim. Bu durumun centilmenlikle ne alakası vardı. Kızı kolundan tuttuğum gibi götürecektim. Yapamadım. Arabadan sinirle indim. Sadece ona veda etmedim. Bal böceğine... Kapı kapandığında camın ardından yüzüme baktı öylece, üzülme diye. Ben ise artık ne yapacağımı bilemiyordum. Başımı ona bakarak iki yöne salladım. Yanlış yaptın, bana bunu yapmamalıydın diye. Taksi önümden geçip gitti. Bir hayalkırıklığı daha olmuştu. 2011 hayal kırıklıkları yılı değil miydi zaten? Öyleydi. 

Berbat halde, dünyanın en değersiz insanı hissettim. Terk edilsem belki bu kadar koymazdı. Tek başına kalmış, bir kenara itilmiştim. Bir erkeği bir kadından başka maffedecek bir canlı yoktu hayatta ne yazık ki... Koşup bağırmak istedim yapamadım.Bindiğim sarı dolmuş boş yolda ilerlerken, hırsımı çıkarak bir şeyler aradım bulamadım. Eve geldiğim anda fırlattım telefonumu... 

O an keşke hiç yaşanmasın dedim...

***

Kötü şeyleri anlatırken uzun uzadıya anlatırken, güzel şeylerin hep kısa sürmesi garip...

***


3 ARALIK 2011: Yılın en iyi hislerini yaşadığım gece...

Onu aradım ve benimle bir doğumgünü yemeğine gelir misin dedim. O ise şaşırmıştı. Ona kızgınlığımdan konuşmayacağımı zannediyordu. Ben ise onu için mücadeleye devam edeceğimi söyledim. Çünkü yapmadığım takdirde kendim olamazdım. 

Geldi, aldım onu belirlediğimiz yerden evime gittik. Konuştuk olan bitenleri. O da pişman olmuştu. Ancak benim ona tepki göstermem gerektiğini söyledi. Gün içinde ona öfkemi kusacaktım. O kadar tekrarlamıştım ki cümlelerimi bir anda sinirim uçup gitmişti. Onu sevdiğimi anlamaını istiyordum. Sevmek bazen bildiğimiz sevmek anlamına gelmez. Çünkü senden sürekli çok hoşlanıyorum diyemezsin. Bu yüzden seviyorum dersin. Bence farklı olan sana deli gibi aşığım kelimesidir. Bu kelime şu an raflardan indirilmedi henüz. Ancak seviyordum onun bencil hareketleri dışındakileri...

Bana söz verdi. Bir daha o durumda bırakmayacağına. Bilmiyorum gerçekleştirecek miydi sözünü ama yine de ona inanmak istedim. Ben iyi oldukça o kötü olacağını söyledi. Seni bir gün terk edeceğim farkındasın değil mi dedi. Hiç biri umrumda değildi. O ıssız kadın gibi bir şeydi. Bağlanmak istemiyordu. Bağlanmaktan korkuyordu. Onu bu kadar seven bir sevgiliden korkuyordu. Tepki gösteren bir erkek onun için daha iyiydi. ben ise sadece anı yaşıyordum. Güzel geçirilecek günlerden başka neyimiz vardı ki elimizde... 

Bana karşı tutkusunu gizleyemedi ve malum dudaklar birleştiği anda ne oluyorsa o oldu. devamını tahmin ederseniz. Son aşamaya gitmeden geri dönün ama...

Güzel bir doğum günü partisi, lüks bir restourant, canlı müziğin en yakın masa, arkadaşlar ve yanında bal böceği... Harika vakit geçirme, şarkılar söylemeceler... Muheteşem geçen bir gece... 

Sonra fokurtuda nargile... Yine dostlar insanlar... 

En iyi dostun kız arkadaşını evine bırakacak diye beklerken, sen bir şey demeden onun seninle kalmak istemesi... İşte o noktada mutlu olmak... 

Karanlık bir odada, yatağın üzerinde en dipteki duvara başını yaslayan iki beden... Yüzlerini bilgisayarın beyaz ışığı aydınlatıyor. Çok pastel bir renk var etrafta, gözlerin kapandı kapanacak, güzel müzikler çalıyor bir yandan da... Birbiriniz hakkında konuşuyorsunuz. Birbirinize dokunuyorsunuz. Sevişiyorsunuz... Beraber uyuyorsunuz... Bu sefer kaçan yok.. herkes rahat... Sabah da baş başa kahvaltı, öncesinde de yatakta pineklemeceler... mutlu olmak için çok da fazla şeye gerek yok... 


2011'deki tek gol değil belki ama ilk kez direkten dönen bir topum var. Bu yüzden de ilk futbolumuz ümit vaat ediyor. Gol belki gelecek sene gelir... bu sene bitse de kurtulsak...







Hiç yorum yok: