Pazartesi, Mart 29, 2010

Yalnızlık ve Mart Ayları...


Mart ayları genelde benim ilişki aylarımdır. Ya da şubat... Nasıl bir tesadüf anlamıyorum ama ben her daim kediler gibi ilişkilerimi şubat ve mart aylarında buluyorum. Bazen çok eskiden tanıştığım biri oluyor, bazen yeni tanıştığım biri oluyor. Ama oluyor işte...

Bu yıl ise tuhaf gerçekten de, henüz kimse yeni biri olarak çıkmadı karşıma. Sırf ilişki olsun diye de ilişki kurmak istemiyorum ki, bunu daha önce gerçekleştirdiğimde gereksiz bir olay olduğuna karar verdim. Aday yokluğundan bu mart ayında bu gerçekleşmediğine göre ya uzun süre yalnız kalacağım. Ya da artık yeni tarihlerle beraber yeni bir döneme falan giriyorum.

Aslına bakarsanız çok iyi bir işim olsa, bu kadar kızları bayanları dert etmeyebilirdim. Ancak kız arkadaşları insana çok fazla moral sağlıyor. Bu yüzden de insanın gereksinimlerinden biri haline geliyor. Tabii doğanın kanunu da var. Sevişmek bile insanın ihtiyaçlarından biri... Buna paralel olarak da, insan birileriyle tanışmak istiyor. Hatta sevişmek demişken, aklıma herkesle sevişemiyorum maddesi geldi. Neden denilebilir ama sanki içinde duygular olunca daha şehvet ve arzu oluyor işin içinde. Bir de son dönemde kendime güvensizliğim var. Ne olacak benim halim bilmiyorum.

Kafamdakileri mutsuzken toparlayamıyorum, mutluyken de mutluluğa daha fazla zaman ayırıyor insan. Ne olacak benim halim? Fırsatı yakalamışken değerlendirmeye bakacağım artık yoksa yaya kalacağım.

Konumuza geri dönersek, bahar geldi, yaz olacak. O dönemlerde benim için daha da sorunlar artacak ve hormonlar da zirveye oturacak. Bana göre birileri kimler olabilir ki? Aklımda birkaç isim var aslında ama o kişilerle arkadaşım ve ileride gereksiz bozukluklara neden olabilir ve benim hakkımda ne düşünüyorlar onu bile bilmiyorum. Fazla mı çocuğum onlar için ya da erkeksi, ne biliyim şirin, şişko, çekici ya da başka bir tabir. Bunu ben bilemeyeceğim. Ancak işleri riske atıp da onlarla ilişki başlatmaya da çalışmayacağım. Daha önce dedim ve büyük hayal kırıklıkları oldu. Cesaretim yok.

Olacaksa her şey kendiliğinden gelsin. Bir öpücükle mi olur, bakışmayla mı, gülümsemeyle mi onu bilemem.

Bunu zaman gösterecek...



Çarşamba, Mart 24, 2010

Pembe

Gündüzleri insan geceyi hissetmiyor. Gecenin karanlık kısmı, geceleri anlaşılıyor. Gece saklaması gerekirken, saklamamayı tercih ediyor. Açığa çıkan her detay da insanın canını acıtıyor.

Bugün tesadüfen onun pembe saçlarını gördüm. O an dedim ki, biz ayrılsak da kader bizi bir araya getirmeye çalışıyor. Toparlanabilse her şey netleşecek belki de ama yere düştükten sonra kalkamıyor. Bilmiyorum belki de kalkmıyor.

Benim hakkımda ne düşünüyor? Uzak bir ada mıyım onun için ya da her zaman yanında olmak isteyeceği biri miyim bilmiyorum.

Onu gerçekten de özlüyorum. Aklıma ayrılmayan bütünkenki hallerimiz geliyor. O an bana sımsıkı sarılmıştı ve demişti ki; "Hiç bitmeyecek..."

Biteceğini ben açık açık biliyordum o zamanlar, çünkü güzel şeyler uzun sürmezdi. Unutmayı tercih ettim ama işte.

Şimdi ise onu gördüğüm her dakika eriyorum kendi içimde. İçimden bir şeyler kopuyor. Eskiden sımsıkı tuttuğum eller, şimdi sigara kokuyorlar. Benim güzel parçam, artık mavi gözlü İstanbul gibi, tek farkı bizi bağlayan köprü sanki kırık. Ben atlayabiliyorum ama o köprüden atlayamıyor. Bu yüzden de ortada buluşamıyoruz hiç bir zaman.

Akan gözyaşlarından dolan deniz, belki de biz de akıyoruz hayatın içinde.

Metroya koşup yetişmeseydik karşılaşabilir miydik? Bir sonrakini bekleseydik. Zaman bize nasıl oyunlar oynuyor. Belki de Gizem ayaklarını öyle uzatmasaydı, İlhan takılmasaydı ona. Seni göremeyecektim bile, gözüm pembeye takıldı. Özlediğim, benim olan, sadece kalbi benim için atan pembeye. Bir zamanlar atıyordu ama artık atıyor mu?

Gece kanatlarını açmış ve bana mesajlar yolluyor...

O mesaj sen misin?



I don't know you
But I want you
All the more for that
Words fall through me
And always fool me
And I can't react
And games that never amount
To more than they're meant
Will play themselves out

Take this sinking boat and point it home
We've still got time
Raise your hopeful voice you have a choice
You'll make it now

Falling slowly, eyes that know me
And I can't go back
Moods that take me and erase me
And I'm painted black
You have suffered enough
And warred with yourself
It's time that you won

Take this sinking boat and point it home
We've still got time
Raise your hopeful voice you had a choice
You've made it now
Falling slowly sing your melody
I'll sing along

Salı, Mart 16, 2010

Zamanın İzdüşümü




Zaman ne çabuk geçiyor öyle değil mi?

Bugün rastladığım kişi, bu blogun ortaya çıkmasını sağlayan kişiydi. Kocaman mavi güzel gözleri olan bir kız...
Görmedim onu ama kocaman olduğunu iddia etti. Belki de öyledir, bunu bilemiyorum.

Onu düşününce yüzümde kocaman bir tebessüm belirdi. Demek ki bazı insanlar özleniyor. Hayatından ne kadar çıkmış gibi görünseler de, sanki bir paradoksun içindeymişsin gibi peşini bırakmıyorlar.

Bana gülümsedikleri sürece hiç kimsenin hayatımdan çıkması gerektiğini düşünmüyorum. Kendi içimde bencil bir insan olduğumu reddemem. Bu yüzden herkesin sevgisini kutsal buluyorum.

Hayatımın bazı dönemlerinde karşıma çıkan özel insanlar var. O da onlardan biri. Temiz, saf, pek konuşkan olmayan, hayallerinin içinde yaşayan güzel bir kızdı.

Onunla konuşmak güzel geldi bana.


Gerçi onun için de biraz üzüldüm. Benim gibi bir deliye bulaşmayı ikinci kez kim ister ki?

Çarşamba, Mart 10, 2010

Dost


Dostun giderken bencilce yalnız hissediyorsun kendini.
Ona herhangi bir zarar gelmemesini istiyorsun.
Neredeyse her gün gördüğün bir insan, şimdi göremediğin bir insan oluyor.
Yanında rahat rahat üzülemiyorum bile, ben güçlü durmazsam sen nasıl güçlü olacaksın ki?
Ben uzaklardan geldiğim gün demiştim sana, nolur gitme diye.
Şimdi ise gidiyorsun uzaklara.
Kardeşim gibisin ve bu yüzden canımı acıtıyor.
İnanıyorum döneceksin.
Umarım işlerin yolunda gidecek ve en kısa sürede döneceksin.
Ancak kısa süre bile olsa gitme fikrin tüylerimi diken diken yapıyor.
Biliyorum.
Erken döneceksin.
Her şey yolunda gitsin diye dua edeceğim.
Hep yanında olacağım.
Yattığın yatağın altında veya üstünde.
Yürüdüğün yollarda arkandaki sırada.
Yemek yediğin yerde, kolonun arkasında kalan masada.
Daima yanındayım.
Korkma üzülme sakın.
Sen hiç üzülme.
Ben senin yerine üzülürüm.
Sen yeter ki çabuk gel.
Özleyeceğim seni çok fazla "kadim dostum" benim.

Zaman yakında işlemeye başlayacak, ben ise bekleyeceğim...

Salı, Mart 02, 2010

Sigaralar ve Sevgililer Sağlığa Zararlıdır...


Haftasonları artık adet oldu dışarı çıkmak. Bilhassa cumartesi günleri... Teklifler gelir, ben ise giderim. Bu hafta iki taraftan teklif vardı. Biri übülünün arkadaşınındı, diğeri ise sinemanın birleştirdiği bir grup insandı. İkisi de aynı semtin, ayrı barlarında olunca, doğal olarak ikisine de teşrif etmek şart oldu.

Übülü... Onu görmek beni mutlu etti gerçekten de, sanki yıllardır görmemiş gibi oldum. Ya da yurt dışından geldi de, öyle buluştuk gibi oldu. Gerçi kendi ifadesine göre yurt dışından değil ama henüz bu dünyada değil tamamıyla beyni. Güzel giyinmişti, saçlarına maviler de ekmişti. Çok tatlı şirin kız modundaydı. Beni gece boyunda yalnız bırakmamaya çalıştı. Bana bir şey söylemek istiyor ama söyleyemiyor gibiydi. Kolu koluma değmesi bile benim garip şekillere girmeme yetiyor.

Yalnız o lanet olası sigara bokunu içiyor ya illet oluyorum. Sigara, bir nevi ilişkimizin sembolüydü onunla. Benimle beraber başladığında hastaydı, yaralıydı. Her şey kötü gibiydi. Sonra ben sigarayı bıraktırdım ona ilk iş olarak. Sonra yavaş yavaş yaralarını sarmaya başladım. Sigara içmek istediği her anda, ona sigara içmen serbest diyordum. Ancak apaçık bir kural vardı. O zıkkımı içersen, beni öpemezsin. Belki çok masum bir kural ama insanın ilişkilerindeki temel direklerden biri olabiliyor bazen. Sonra ben askere gittim geldim ve yavaş yavaş enkaza dönüşmüş birini gördüm karşımda. Ve o kural da artık yıkılmıştı. O sigaraya tekrar başlarken, aslında bir yandan da ne kadar reddetse de benden vazgeçtiğini anlatıyordu. Artık beni öpmesine gerek yoktu. Bana dokunmasına, ya da sokulmasına. Sigarasını söndürürken, beni içmeye başlamıştı. Şimdi ise beni söndürdü ve sigarasını içiyor.

Özgürlüğümü engelliyorsun dedi zaman zaman. Halbuki ben bu kural dışında ona herhangi bir kural koymadım hiç. Özgürlük onundu. O ise sigaranın özgürlük olduğunu düşündü. Ben herhalde zorba bir gardiyan gibiydim. Bunu hiç bir zaman bilemeyeceğim. Zaten kendi de çözemiyor bunu.

Sevişmek onun için bir tabu artık sanırım. Başını yaslayabileceği omzu arıyor. Eskisi gibi gelse yanıma ben onu yine kabul ederim ama yeni hali eskisi kadar rahat, özgür, korkusuz değil. Bizim ilişkimiz olgunlaştı artık, durgunlaşmamız lazım. Biraz daha ağırdan almalıyız demişti bir gün bana. Ben ise her an beni öpebilecek, insana aldırmayan sadece beni düşünen, arzulayan, var olan kızı özledim. Daha önceki diğer ilişkilerimde olduğu gibi ben ikinci plana atıldım yine. Bilmiyorum aslan burcu olmamla alakası var mı ama benim gibi bir tipin bazen egosunun da okşanması gerekiyor galiba.

Öyle bir şeyler işte. Cumartesileri dışarı çıkılıyor. Bazıları arkadaşlarıyla içip eğlenip hayatın kederini unutmak için, bazıları hüzünlerini durdurmak için, bazıları sırf facebook fotoğrafları çektirmek için. Bazıları ise özlediği yüzleri görmek için. Ben ise hayattan tat almak için... Carpe Diem Baby...