Cuma, Aralık 17, 2010

Umut: Her Bünyenin İlacı



Her gün bir umut gibi. Bugün de bir umut, yarın da bir umut... Genelde yıl sonu aktivitesi falan gibi bir şey umutlanmak. Bir de şu burç olayı var. Bu yıl koçların yılı, bu yıl burçların yılı... Hayır, bu yıl cesaret edenlerin yılı olacak. Yoksa yıllar yılları kovalar. Hey sen cesaret et artık.

Hayataımı biraz değiştirmeye karar verdim. Yeni yılda umutlanabilmek için. Örneğin spor salonuna yazılıyorum. İşler yolunda gitmiyor, bari spor yapıp vücuduma bir şekil vereyim dedim. Fena mı hani diye. Ödeme planları zorluyor beni ama yine de hoş bir yerdi orası. Bakalım yarın kabul ettirtebilecek miyim kendi ödeme stilimi? Belki de niye olmasın.

Bunun dışında yapımcılık atölyem başlayacak yıl başında sanırım. Mükemmel bir kadın var başında. İnsana pozitif elektrik saçıyor. Umarım hayatımı değiştiren kadın olur. Çünkü bazen de her başarılı erkeğin arkasındaki kadın, sevdiği kadın değildir. Ona yardım eden kadın da olabilir. Kimbilir, yeni yılda göreceğiz. Bunun dışında film festivali var. Bakalım onunla ne yapacağım. Bu kadar parasızlıkta azıcık iki kuruş ile yetinmeye çalışıyorum. Umarım istediğim şeyler gerçekleşir de üç kuruş kazanmaya başlarım.

Tabii umut demişken, birkaç yer ile konuştum. Radyo işi olursa süper olacak. Konuşarak para kazanmak rüya gibi haha... Yanımda da Mayko'm olursa mükemmel olur bence. Bakalım oradan da bir umut sönecek mi yoksa yücelecek mi?

Sonra bir de en umutsuzlardan biri de senaryo olayı... Nasıl satılacağı hakkında fikrimiz yok ve umutlar tükeniyor neler olacak acaba.

Yeni yılda umutlanmak istiyorsam, senaryoları bitirmem lazım. Çünkü onlar benim güçüm, hazinem ve rüyam...

Cuma, Aralık 03, 2010

2010 Biterken...



Bir devrin sonu geliyor. Ümitsizlik, boşluk ve belirsizlik yılıydı benim için.

Nasıl desem hiç rahat olamadım adam gibi. Tatile zoraki çıktım, rahatlatıcı değildi kesinlikle, yani en azından etkisi kısa sürdü. Hep umut ettiysem de karşılıksız kaldı yıl.

Yılın ilk yarısında daha umutluydum. Her şey ikinci yarı düzelecek gibiydi ama bu yıl düzelmeyecek kadar gaddar çıktı.

Eski kız arkadaşım, resmi olarak eski kız arkadaşım oldu. İçimde bir umut vardı hep ama o bu umutların yersiz olduğunu açıkça söylemiş oldu. Halbuki yılın ilk yarısında o bile dayanamayacak gidiydi sanmıştı, halbuki bana değil, başka birini bulmamaya dayanamıyormuş. Olsun kısmet. 1-0

İş bakımından rezil bir yıldı adeta. Senaryo ekibimiz projelere dönülmemesi sonucu bozguna uğradı. Yıl içinde sadece hiçbir yerde satılmayan mizah kitabımız çıktı ki, onun telifini de hala alamadık. Çok üçkağıtçı ile tanıştık. Bizlere birer tecrübe oldu. Bu açıdan iyi gözükse de resmen bu yıl para kazanamadım adam gibi. Orkun'un ünlü olmadan önceki dönemi gibiyim. Kimbilir bu daha ne kadar sürecek... 2-0

Yeni birileri de olmadı. İhtimaller hep uzak ihtimal oldular. Ben umutlandığımda onlar kastetmediklerini gösterdiler. Sonuç olarak boş ve boş kalpler mutfağındaydım. Yemekleri sadece kendim için hazırladım, tek porsiyon, tek servis. 3-0

Sevdiğim kişiler öldüler hep. Ronnie James Dio, John Hughes, Dennis Hopper, Leslie Nielsen, B. Murphy ve başka birkaç isim daha... Üzüldüm. 4-0

Tabii bu sene çok güzel filmler ve konserler izledim, bu da artı bir nokta. 4-1

Teknik olarak skora baktığımızda 4-1 yenildim işte. Dört bir yandan yenildim bu yıl. Üstelik henüz bitmemişken. Umarım 2011 hayal ettiğim gibi olur ve sonunda hayallerime biraz daha yaklaşırım.

Defol 2010 artık!

Pazartesi, Ekim 25, 2010

Fırtınaların İçinde Nefes Almaya Çalışmak


Nefes almak güçleştiğinde, bunu ille de tıkalı burnun üzerine atmak gerekmiyor. Çünkü her halt kötüyü işaret ediyor ve seni boğuyor. Hayat bir kravat sanki. Boynunda gittikçe sıkılaşan.. Belki de öyle. Çünkü ben her nefes almaya çalıştığımda bir anda darbeler geliyor.

Bana demişti pembe, ne zaman nefes almaya başladığımda bir yerden bir sorun ya da eski sevgili çıkıyor diye. Evet artık adım böyle bir şey: Eski sevgili...  Artık ne desem önemsiz onun için, önemli gibi göstermeye çalışsa da. Son dönemde onun siyahlaşmasını istiyordum ama bana denk gelmedi işte. Güzel de olmuş kerata pembe. Ancak onun için güzel bir anı olarak kalacak olmak bana koyuyor. Çünkü onun için hep değişilmez değerli bir şey olmak istedim. Sonuç ne? Sorun çıkaran bir asiden başkası değil. 

Bugün iyi arkadaşlarımdan biri güzel dedi. Bazı kızlar serserilerden hoşlanır. Yani bizlerden. Belki de öyle. Ancak ben sanırım o tür kızları seven biri değilim. Benim hoşlandığım kızlar mal heriflerin peşinden sürüklenmeyi seviyorlar. Sonra da bana gelip aa bu böyle oldu, şu bana şöyle yaptı diyorlar. Ben de içimden salak diyorum. Niye hep aynı şeyi yaparsın ki, ben defalarca sana söyledim bunları. Kendine saygın olsun biraz. Ben de salağım tabii, her defasında insanlara teselli eden benim ama ben mutlu olmak isteyince yanımda olan onlar değil. Sadece sadık dostum Eren ve ailem yanımda oluyor ki, onlara da bir şeyleri pek hissettirmemeye çalışıyorum. Sanırım gerçekten değer vermek, başkasına hissettirmemektir. Ama eğer o insan can sıkmaya başlamışsa üzerine gidiyorsun ve her şeyi maffediyorsun. Uff ki uff...

Bir yandan işsizlik sorunları ve ertelenen hayaller. Aile baskısı da artınca yapacak bir şey yok. Para gerekiyor. Yoksa nereye kadar?

Kız arkadaş yapsam ona da para yetiştiremem ki... Ama duygusal olarak çökmüşüm. Kimin umrunda ki, kendim dışında.

İnsanların hayatları sıkıntılarım var dese de çok rahat aslında, benim şu ana kadar iyi dostlarım ve ailem dışında şansım yaver gitmedi. Ama hayallerim için sonuna kadar savaşan biriyim ve bu yüzden sonuna kadar zorlayacağım. Hayalkırıklığı yaşamak istemiyorum. 

Nolur yardım et hayat?

Borcumu sonra ödeyeceğim söz...


Perşembe, Eylül 23, 2010

Kader... İnsanı Kemiren Kader...


Bir yerlerimizden bir şeyler eksiliyor. Fark ediyoruz ya da umursamıyoruz. Bu da umarsızca kabullenişimizi bize işaret ediyor. İnsanı kemiren her detay belki kaderimizin biçilmesine sebep oluyor. Bu da belirlenmiş bir yaşamı ayaklarımıza sunuyor. Ayaklar soğuk yere değdiğinde irkiliyorsunuz, belki de biraz tüyleriniz diken diken oluyor. Ama kimin umurunda ki dünya, değil mi?

Tindersticks konserine erken gitmek güzeldi belki ama o anki boşluğu dolduramadı emin olduğumuz şeyler. Örneğin sadece grup için gittiğimi düşündüm ama aslında sadece onun için değildi. Birileriyle tanışmak da nedenlerden sadece biriydi. Belki de farklı tanışmalar. Örneğin eski ve unuttuğunuz birini görüp, birkaç cümle kurarken aslında birbirinizi fark etmediğinizi anlamak ve kaderin bir cilvesi... Bunu istemek de bir amaca hizmet ediyor işte: Kader...

Nitekim istenilen her şey de oldu. Örneğin unutulan biriyle karşılaştım ama o an içimden ne geçiyorsa artık muhabbetten çok karşı tarafın monologlarıyla oluşan kelimeler serisi hakimdi konuşmaya. Bakışlarım sanki onu tanımamış gibiydi ki, ilk anda tanımadım da. Çünkü kızımız zayıflıktan ölüyordu. Kelebek olmadan önceki tırtıla benziyordu. Ben o an tırtılı istemedim. Tırtıl beni istedi mi? Hiç bir fikrim yok. Peki eskiden onu ister miydim? Sanmıyorum, istediğim kişi o değildi. O yüzden de onu hayal kırıklığına uğrattım.

Diğer bir alternatif ise görüştüğün birisiyle anlamsız bir dakikayı anlamlı hale getirmek... Bunun olası olması düşük ihtimal ama neden olmasın ki, hayatta her şey mümkün değil midir? O an olacak gibidir. Baş başasındır, eğlenceli vakit geçirdiğin bile söylenebilir. Sana kocaman gülen bir yüz vardır. Tabii gülen yüz, aslında seni hep komik bulan birisi de olabilir. Kadınlar komik görünen ciddi erkekleri mi, yoksa ciddi duran komik erkekleri mi severler? Belki de ikincisi olmalı... Bunu bilemem ama sonunda her şeyin yolunda gitmediği ortaya çıkar, çünkü arkadaşım diye bahsedilen kişi kızın beline sarılır, aniden ortaya çıkarak. Böylece tüm mitler ve zamanlar değişir. Dersin ki kaderlerimiz kesişmiyor. Bakın yine kader...

En sık rastlanabilecek ihtimal ise elinde bira şişesi bulunan yalnız bir kız... Tabii onun yalnız olduğunu da tam bilmiyorsun. Sadece yanına gidip konuşman lazım. Olabilirsen, biraz da esprili ve sempatik... Tabii güzel bir gülümsemen varsa bunlara da gerek kalmayabilir. Tabii kimin gülümsemesi güzel, insan nasıl anlayabilir ki? Risk de olsa denersin şansını. Ya da tokatlanırsın ama şansını denemiş olursun, tam tersi olduğunu düşün. O ihtimalsizliğe göz kırpan ihtimal senin yanında zafer dansı yapıyor. Bu yüzden denemekten sakınca çıkmaz. Ancak işte ne oluyorsa o anda oluyor işte. Hiç çekinmeyen piç eleman o an biraz aksamaya başlıyor. Diyorsun ki içinden, o da hoşlansaydı yanında olurdu. Bu yüzden de kılını bile kıpırdatmıyorsun. Belki de başka fırsat olmayabilir hemen dene diyorsun içinden. Fakat olmuyor. O anda sızlanmaya başlıyorsun ve içinden neden hep ben gitmek zorundayım. O gelsin, pas versin biraz bana. Bunda eski deneyimlerdeki fiyaskoların da katkısı yok değil. Özgüven o anda kendini anlamsız bir megolomanlığa bırakıyor. Kız devamlı yaslandığı direkleri değiştiriyor. Bardan, masaya, masadan sahne önüne geliyor. Sen de yavaş yavaş ona kayıyorsun. Bir şeyler diyebilirsin ama ağzından çıkacak her kelime kızı itecek gibi hissediyorsun. Neden direkt dudaklarına yapışmıyor ki diyorsun ve sonunda zaman akarken araya insanlar giriyor ve o kız da elinden kayıyor. Ve diyorsun ki kaderimde yokmuş. Kaderinde ne var peki o zaman? İlle romantik bir anla dolu bir tanışma mı olacak? Belki de iki lafladıktan sonra o kızı yatağa atmalıydın ve sevişirken kıza bir şey duyacaktın. Belki de buydu senin için uygun olan. Ama nitekim kader engel oldu öyle değil mi?

İşte bundan sonrası tamamen doğaçlama bir hal alıyor. Eğlenceli bir konser insanı olduğunu kanıtlıyorsun. Şarkılara eşlik ediyorsun, çalan grubu memnun etmek pahasına sonuna kadar avazın çıktığı kadar bağırıyorsun.  Aptal espriler yaparken, bir yandan da şarkılara kendi eklentilerin olan bölümler ekliyorsun. Grup elemanlarıyla bağ kuruyorsun. Yanındaki topluluk zaman zaman senden bahsediyor, zaman zamansa ne aptal adam diyor. Senin ise hiçbir şey umrunda değil. Kendini müziğe bırakıyorsun ve bazen gecenin sürprizlerinden biri karşına çıkıyor. Eline sürtünen biçimli ve seksi bir kalça... Hoşuna gidiyor, kız da sesini çıkarmıyor. Sende avuçluyorsun kalçayı. Hatta içinden kızın boynundan öpmek geliyor ve daha anlatılamayan çeşitli fanteziler... Aman kaderin işgüzarlığına bak, aklından geçirdiklerini yapamıyorsun. Sadece kızın sana sürten şeyleri ile idare ediyorsun. Belki de göz göze gelirsiniz ve devamı gelir diye. Ancak eğlence aklında, belki de olması gereken bu...




Çarşamba, Eylül 01, 2010

Doldurulamayan B O Ş L U K lar Dükkanı

İçimde bir boşluk var. Kişisel olarak mutlu sayılırım ama bu boşluğu oluşturan nokta kalbim sanırım. Çünkü artık sevebileceğim birilerini bulmam lazım gibi. Ancak kimse karşıma çıkmıyor ki? Ben beğensem, o benden hoşlanmıyor. Ya da başka yerlere göç ediyor. Başkası beğense, o benim aradığım insan olmuyor. Bu son seçeneği daha önce denedim ve uzun bir ilişki oldu ama yine denemek içimden gelmiyor. Bu yüzden ne olacaksa karşılıklı olmalı... Ne ben çok uğraşayım, ne de o çok donuk kalsın ve beni istediğini belli etsin. Tıpkı daha öncekilerdeki gibi.

Mesela benim küçük aptalımdaki gibi, bana kocaman parıldayan bir gülümseme atsa bana ve ben o an feleğimi şaşırsam. Böylece hamle yapma ihtiyacı duysam.

Ya da 2b'deki gibi yanımda çaktırmadan bakışlarda bulunsa, sıcak bir elektrik alsam ondan. Yavaş yavaş zengileşen bir ilşki haline gelse...

Dört nokta gibi olmasa, o çok karmaşıktı. Yani belirsizliklerden hoşlanmıyorum ki, ben daha olgun bir ilşki olması taraftarıyım bu yüzden.

Veya aniden olmalı pembedeki gibi. Çok aniden başlayan bir ilişki, sen bile ne olduğu anlamıyorsun ve kendini bırakıyorsun kanatların el verdiği doğrultuda. Bazen kaybetmek kendini, son derece istenilen bir olgudur. Bu yüzden de kaybetsem kendimi onun duruluğunda yüzen kağıttan bir kayık misali...

Yeni bir tarz da olabilir tabii ki ama yeter ki olsun. İçimdeki boşluk, dönüşse içime sığmayan bir doluluğa...

Yaz biterken sonbaharda romantizm dalgaları esse fena mı olur?

8,5 - 9 ay çok uzun zaman gibi...

Yeni bir aşk ile yükselsem iş olarak da ve döngü yerini doğrulmaya çevirse...

Pazartesi, Haziran 21, 2010

Saklambaç Oynarken...



Saklambaç oynarken mesele ebelenmek değildi, ya da saklanmak. Daha çok ebenin yerinden ayrılmasıydı. Böylece sen önce gidip onu ebeleyebilirdin. Şimdi ise insanlar saklanmaya çalışıyor ki, ebe onları bulmasın. Ya bulurlarsa...? Kaldıramaz mı insanlar bu yükü? Belki de kaldıramaz kim bilir.

Bilmiyorum bu nereden aklıma geldi. İşin özü aslında yaz geldi. Üretimden yoksun ama aklında tilkiler dolaşan birisi olaraktan. Yaz için birkaç dileğim var sanırım. Yeni uzun soluklu bir ilişkiye başlamak... Peki nasıl biri olmalı bu kişi? Beni hiç bırakmayı aklından geçirmeyecek ve gözlerine baktığımda kendimi görebileceğim. Benim kusurlarımı bana hissettirmeyen ve aklından geçirmeyen biri. Daha çok bana destek olacak ve çulsuz olduğumda dahi bana destek olacak ve bana inanacak biri. Gece hayatına düşkün olmayan ama arada havanın iyi geleceğinden benimle yeniliklere açık biri. Bunun yanı sıra ek özellik olarak esprili, anlayışlı, zeki, ne yapmasını bilen, becerikli ve çok güzel gülümseyen biri... Öyle bir gülümseme olsun ki, beni cennete götürsün bu gülümseme. Çok mu şey istiyorum. Ya da maziye baktığımda kısaca pembenin bana tapan ilk dönemleri gibi, kırmızının beğendiği gibi, mavinin sinemadaki bana bakışları gibi ve sarının tartıştığımız bir gün kulağıma fısıldadığı gibi... Sanırım benim dışımda bu tanımı kimse anlamaz. Gerçi artık onların yeni insanları var. Onlar da kendilerince anlayacaklardır ama benim gibi anlayamazlar. *:)

Diğer bir dileğim ise sonunda turnayı gözünden vuracak bir iş demeti... Artık insanlara uğraştığım şeylerden bahsetmekten bıktım. Artık para kazandığım şeylerden bahsetmek istiyorum. Sonra Eren'in askerlikten kurtulması.... Bunun dışında konserlerde çok eğlenmek ve güzel anlar yaşamak en büyük dileklerimden. Lüks olur ama kanaryanın da adam gibi transferler yapmasını arzuluyorum. Böylece babam da digitürk e geri dönebilir. Belki tabii... Umarım kırmızı masive i ayarlar. scorpions ve ozzy e bilet de alacak para olur.

Yaz geldi...
Gürkan gelecek...
Tatil her gün zaten, ne de olsa deliye her gün bayram...

Her şey iyi gider ve artık ebelerim. Yaz dileklerim bu kadar sanırım....

*:)

Bu sene de doğum günümde mucize bekleyeceğim, bakalım olacak mı?




Çarşamba, Mayıs 19, 2010

Yalnızsan, Yalnız Olduğunu Bilirsin.



Uzun zamandır düşünüyorum. Kelimeleri ve beni ben yapan başka kimi? Yalnızlığa alışılıyor zamanla. Dürtüklerken bedenini sivri ucuyla. Biliyorum dersin, aslında bilmezsin. Bildiğini de unutursun. Yalnız kalmak... Yok olmak demektir. Bu yüzden olmasın kimse yapayalnız hiç. Aylar geçiyor. Oldu baksana 6 ay... Yarım yıl... Sevişemezsin. Öpüşemezsin. Koklayamazsın. Dokunamazsın. Sadece hayal edersin. Bazen düşünür durursun. Sızlanırsın, ağlarsın. Bahsedersin dudaklardan...

Küçük düşler içinde anlatamazsın derdini kendine. Kırılgansın, anlatılamaz bir anlamda. Kurulamazsın, çalmaya ve uyanmaya. Artık bazı şeyler çok gücendirir seni. İçinde bulunduğun kapısız ev bile, çıkmanı engellemeyemez. Çünkü sen, sen senden çıkmazsın. Çıktığında da hep yalnızsın. Buruk bir heyecan var içinde, zamanın kaybolduğuna dair. Yaşlanıyorsun. Başaramadığın çok şeyler var.

Nasıl anlatılır ki, derdinin dermanını bulamadığını, bulduramadığını. Küçümsenen her düş, bir gün ağlar. Göz yaşları bir bardak suya dönüşünce, içersin umutlarını. İçine doğar, güneş ve sen. Ummacılık bir oyun değil. Oyun olan sensin. Kendine bakınca baktığın o insan, sen değilsin. Ama sen olabilirsin. Kimse düşünmez, sen de düşünebilirsin. Bittiğini artık kafandan çıkarmamayı sürdürürsen, göremezsin önündeki papatyayı. Papatyan olsun diye.

Bazen bir dostun düşer bir kavonoza. Kurtaramazsın. Camların kırılmasını ya da kapağın kapanmamasını. İstersin. İstersin... Kimse bilmez ki, sen o değilsin, sen ikiliksin. Sen hep düşünebilirsin. Bazen hayal gücün bile tıkanmasa da, ilerleyemeyen şeyler, tıkanmıştır. Tembellik bir hastalıksa, hastanın ayağına gelmez ki doktor. Sen doktorun ol, bul kendini. Düzelt her şeyi. Anla ailenin değerini.

Yalnızsın... Yalnızsın... Yalnızsın... Yalnızsın...
























Not: Dio hep kalbimde olacaksın hiç unutmayacağım seni.....

Salı, Nisan 20, 2010

Trash Kokusu

Kitaplar bitiyor, festivall bitiyor. Filmler izleniyor. Zaman geçiyor.

Bence trash film yapmanın zamanı geldi gibi. Bir dönem yankı uyandıran "Bekleyiş" filminden sonra yeni bir trash, insanların yüzünü güldürecektir. Zaten ürünler üst üste de çıkmaya başladı. Bir kayıp rüya, bir de emel derken bizim de bir şey sunmamız gerekiyor. HKi Trash Film sunar... Ta ta tam...

"SAKIN UYUMA!"...

BD'lilerin uyutmamazlık yemini, rüyasında karşısına çıkan garip karakterle şekillenirken, uyumaması gerektiğini hatırlıyor. Uyursa ne olur ne biter bu soru işareti... Kötü kahkahalı bir adam... Azrailleşen bir dünya da fantastik bir dünya bizlere sunuyor.

Sanırım uzun süre ilk defa senaryoya bindirdiğim bir film olacak. Belki antreman olur da yazmaya başlarım artık. Çünkü bu duraklama devri yüzünden hayra alamet değil hayatım. Bu bloğu kimsenin okumuyor oluşu bence gayet bir şey. Kendi kendime deliler gibi konuşabiliyorum.

Dudaklarım bu aralar boş. Artık öpüşmek sevişmek istiyorum. Çok boşladım cinsel ve sosyal hayatı. Gerçi sosyal hayal devam ediyor. Diğerini boşladık çok. Neyse iş yapmak da bir nevi cinselliktir.

Havada Trash kokusu var, umarım sıkılmam ve yaparım. Çünkü Trash kaçınılmaz bir tür...

Pazartesi, Mart 29, 2010

Yalnızlık ve Mart Ayları...


Mart ayları genelde benim ilişki aylarımdır. Ya da şubat... Nasıl bir tesadüf anlamıyorum ama ben her daim kediler gibi ilişkilerimi şubat ve mart aylarında buluyorum. Bazen çok eskiden tanıştığım biri oluyor, bazen yeni tanıştığım biri oluyor. Ama oluyor işte...

Bu yıl ise tuhaf gerçekten de, henüz kimse yeni biri olarak çıkmadı karşıma. Sırf ilişki olsun diye de ilişki kurmak istemiyorum ki, bunu daha önce gerçekleştirdiğimde gereksiz bir olay olduğuna karar verdim. Aday yokluğundan bu mart ayında bu gerçekleşmediğine göre ya uzun süre yalnız kalacağım. Ya da artık yeni tarihlerle beraber yeni bir döneme falan giriyorum.

Aslına bakarsanız çok iyi bir işim olsa, bu kadar kızları bayanları dert etmeyebilirdim. Ancak kız arkadaşları insana çok fazla moral sağlıyor. Bu yüzden de insanın gereksinimlerinden biri haline geliyor. Tabii doğanın kanunu da var. Sevişmek bile insanın ihtiyaçlarından biri... Buna paralel olarak da, insan birileriyle tanışmak istiyor. Hatta sevişmek demişken, aklıma herkesle sevişemiyorum maddesi geldi. Neden denilebilir ama sanki içinde duygular olunca daha şehvet ve arzu oluyor işin içinde. Bir de son dönemde kendime güvensizliğim var. Ne olacak benim halim bilmiyorum.

Kafamdakileri mutsuzken toparlayamıyorum, mutluyken de mutluluğa daha fazla zaman ayırıyor insan. Ne olacak benim halim? Fırsatı yakalamışken değerlendirmeye bakacağım artık yoksa yaya kalacağım.

Konumuza geri dönersek, bahar geldi, yaz olacak. O dönemlerde benim için daha da sorunlar artacak ve hormonlar da zirveye oturacak. Bana göre birileri kimler olabilir ki? Aklımda birkaç isim var aslında ama o kişilerle arkadaşım ve ileride gereksiz bozukluklara neden olabilir ve benim hakkımda ne düşünüyorlar onu bile bilmiyorum. Fazla mı çocuğum onlar için ya da erkeksi, ne biliyim şirin, şişko, çekici ya da başka bir tabir. Bunu ben bilemeyeceğim. Ancak işleri riske atıp da onlarla ilişki başlatmaya da çalışmayacağım. Daha önce dedim ve büyük hayal kırıklıkları oldu. Cesaretim yok.

Olacaksa her şey kendiliğinden gelsin. Bir öpücükle mi olur, bakışmayla mı, gülümsemeyle mi onu bilemem.

Bunu zaman gösterecek...



Çarşamba, Mart 24, 2010

Pembe

Gündüzleri insan geceyi hissetmiyor. Gecenin karanlık kısmı, geceleri anlaşılıyor. Gece saklaması gerekirken, saklamamayı tercih ediyor. Açığa çıkan her detay da insanın canını acıtıyor.

Bugün tesadüfen onun pembe saçlarını gördüm. O an dedim ki, biz ayrılsak da kader bizi bir araya getirmeye çalışıyor. Toparlanabilse her şey netleşecek belki de ama yere düştükten sonra kalkamıyor. Bilmiyorum belki de kalkmıyor.

Benim hakkımda ne düşünüyor? Uzak bir ada mıyım onun için ya da her zaman yanında olmak isteyeceği biri miyim bilmiyorum.

Onu gerçekten de özlüyorum. Aklıma ayrılmayan bütünkenki hallerimiz geliyor. O an bana sımsıkı sarılmıştı ve demişti ki; "Hiç bitmeyecek..."

Biteceğini ben açık açık biliyordum o zamanlar, çünkü güzel şeyler uzun sürmezdi. Unutmayı tercih ettim ama işte.

Şimdi ise onu gördüğüm her dakika eriyorum kendi içimde. İçimden bir şeyler kopuyor. Eskiden sımsıkı tuttuğum eller, şimdi sigara kokuyorlar. Benim güzel parçam, artık mavi gözlü İstanbul gibi, tek farkı bizi bağlayan köprü sanki kırık. Ben atlayabiliyorum ama o köprüden atlayamıyor. Bu yüzden de ortada buluşamıyoruz hiç bir zaman.

Akan gözyaşlarından dolan deniz, belki de biz de akıyoruz hayatın içinde.

Metroya koşup yetişmeseydik karşılaşabilir miydik? Bir sonrakini bekleseydik. Zaman bize nasıl oyunlar oynuyor. Belki de Gizem ayaklarını öyle uzatmasaydı, İlhan takılmasaydı ona. Seni göremeyecektim bile, gözüm pembeye takıldı. Özlediğim, benim olan, sadece kalbi benim için atan pembeye. Bir zamanlar atıyordu ama artık atıyor mu?

Gece kanatlarını açmış ve bana mesajlar yolluyor...

O mesaj sen misin?



I don't know you
But I want you
All the more for that
Words fall through me
And always fool me
And I can't react
And games that never amount
To more than they're meant
Will play themselves out

Take this sinking boat and point it home
We've still got time
Raise your hopeful voice you have a choice
You'll make it now

Falling slowly, eyes that know me
And I can't go back
Moods that take me and erase me
And I'm painted black
You have suffered enough
And warred with yourself
It's time that you won

Take this sinking boat and point it home
We've still got time
Raise your hopeful voice you had a choice
You've made it now
Falling slowly sing your melody
I'll sing along

Salı, Mart 16, 2010

Zamanın İzdüşümü




Zaman ne çabuk geçiyor öyle değil mi?

Bugün rastladığım kişi, bu blogun ortaya çıkmasını sağlayan kişiydi. Kocaman mavi güzel gözleri olan bir kız...
Görmedim onu ama kocaman olduğunu iddia etti. Belki de öyledir, bunu bilemiyorum.

Onu düşününce yüzümde kocaman bir tebessüm belirdi. Demek ki bazı insanlar özleniyor. Hayatından ne kadar çıkmış gibi görünseler de, sanki bir paradoksun içindeymişsin gibi peşini bırakmıyorlar.

Bana gülümsedikleri sürece hiç kimsenin hayatımdan çıkması gerektiğini düşünmüyorum. Kendi içimde bencil bir insan olduğumu reddemem. Bu yüzden herkesin sevgisini kutsal buluyorum.

Hayatımın bazı dönemlerinde karşıma çıkan özel insanlar var. O da onlardan biri. Temiz, saf, pek konuşkan olmayan, hayallerinin içinde yaşayan güzel bir kızdı.

Onunla konuşmak güzel geldi bana.


Gerçi onun için de biraz üzüldüm. Benim gibi bir deliye bulaşmayı ikinci kez kim ister ki?

Çarşamba, Mart 10, 2010

Dost


Dostun giderken bencilce yalnız hissediyorsun kendini.
Ona herhangi bir zarar gelmemesini istiyorsun.
Neredeyse her gün gördüğün bir insan, şimdi göremediğin bir insan oluyor.
Yanında rahat rahat üzülemiyorum bile, ben güçlü durmazsam sen nasıl güçlü olacaksın ki?
Ben uzaklardan geldiğim gün demiştim sana, nolur gitme diye.
Şimdi ise gidiyorsun uzaklara.
Kardeşim gibisin ve bu yüzden canımı acıtıyor.
İnanıyorum döneceksin.
Umarım işlerin yolunda gidecek ve en kısa sürede döneceksin.
Ancak kısa süre bile olsa gitme fikrin tüylerimi diken diken yapıyor.
Biliyorum.
Erken döneceksin.
Her şey yolunda gitsin diye dua edeceğim.
Hep yanında olacağım.
Yattığın yatağın altında veya üstünde.
Yürüdüğün yollarda arkandaki sırada.
Yemek yediğin yerde, kolonun arkasında kalan masada.
Daima yanındayım.
Korkma üzülme sakın.
Sen hiç üzülme.
Ben senin yerine üzülürüm.
Sen yeter ki çabuk gel.
Özleyeceğim seni çok fazla "kadim dostum" benim.

Zaman yakında işlemeye başlayacak, ben ise bekleyeceğim...

Salı, Mart 02, 2010

Sigaralar ve Sevgililer Sağlığa Zararlıdır...


Haftasonları artık adet oldu dışarı çıkmak. Bilhassa cumartesi günleri... Teklifler gelir, ben ise giderim. Bu hafta iki taraftan teklif vardı. Biri übülünün arkadaşınındı, diğeri ise sinemanın birleştirdiği bir grup insandı. İkisi de aynı semtin, ayrı barlarında olunca, doğal olarak ikisine de teşrif etmek şart oldu.

Übülü... Onu görmek beni mutlu etti gerçekten de, sanki yıllardır görmemiş gibi oldum. Ya da yurt dışından geldi de, öyle buluştuk gibi oldu. Gerçi kendi ifadesine göre yurt dışından değil ama henüz bu dünyada değil tamamıyla beyni. Güzel giyinmişti, saçlarına maviler de ekmişti. Çok tatlı şirin kız modundaydı. Beni gece boyunda yalnız bırakmamaya çalıştı. Bana bir şey söylemek istiyor ama söyleyemiyor gibiydi. Kolu koluma değmesi bile benim garip şekillere girmeme yetiyor.

Yalnız o lanet olası sigara bokunu içiyor ya illet oluyorum. Sigara, bir nevi ilişkimizin sembolüydü onunla. Benimle beraber başladığında hastaydı, yaralıydı. Her şey kötü gibiydi. Sonra ben sigarayı bıraktırdım ona ilk iş olarak. Sonra yavaş yavaş yaralarını sarmaya başladım. Sigara içmek istediği her anda, ona sigara içmen serbest diyordum. Ancak apaçık bir kural vardı. O zıkkımı içersen, beni öpemezsin. Belki çok masum bir kural ama insanın ilişkilerindeki temel direklerden biri olabiliyor bazen. Sonra ben askere gittim geldim ve yavaş yavaş enkaza dönüşmüş birini gördüm karşımda. Ve o kural da artık yıkılmıştı. O sigaraya tekrar başlarken, aslında bir yandan da ne kadar reddetse de benden vazgeçtiğini anlatıyordu. Artık beni öpmesine gerek yoktu. Bana dokunmasına, ya da sokulmasına. Sigarasını söndürürken, beni içmeye başlamıştı. Şimdi ise beni söndürdü ve sigarasını içiyor.

Özgürlüğümü engelliyorsun dedi zaman zaman. Halbuki ben bu kural dışında ona herhangi bir kural koymadım hiç. Özgürlük onundu. O ise sigaranın özgürlük olduğunu düşündü. Ben herhalde zorba bir gardiyan gibiydim. Bunu hiç bir zaman bilemeyeceğim. Zaten kendi de çözemiyor bunu.

Sevişmek onun için bir tabu artık sanırım. Başını yaslayabileceği omzu arıyor. Eskisi gibi gelse yanıma ben onu yine kabul ederim ama yeni hali eskisi kadar rahat, özgür, korkusuz değil. Bizim ilişkimiz olgunlaştı artık, durgunlaşmamız lazım. Biraz daha ağırdan almalıyız demişti bir gün bana. Ben ise her an beni öpebilecek, insana aldırmayan sadece beni düşünen, arzulayan, var olan kızı özledim. Daha önceki diğer ilişkilerimde olduğu gibi ben ikinci plana atıldım yine. Bilmiyorum aslan burcu olmamla alakası var mı ama benim gibi bir tipin bazen egosunun da okşanması gerekiyor galiba.

Öyle bir şeyler işte. Cumartesileri dışarı çıkılıyor. Bazıları arkadaşlarıyla içip eğlenip hayatın kederini unutmak için, bazıları hüzünlerini durdurmak için, bazıları sırf facebook fotoğrafları çektirmek için. Bazıları ise özlediği yüzleri görmek için. Ben ise hayattan tat almak için... Carpe Diem Baby...

Perşembe, Şubat 25, 2010

Kapatmayın Sinemalarımı!


Sinema... Bu büyüyü nerede yakalar insanlar, tabii ki sinema salonlarında. O halde neden kapatıyoruz bu salonları ya...

Tamam diyenler olabilir. Bir sürü alışveriş merkezinde sinemalar var. Var ama yani? Sadece film seyredebiliyorsun. Eski tarihi bir yapı bile yok. Büyü bazen bu eski salonların varlığıyla da ortaya çıkabiliyor.

Süreyya sinemasını kapattılar. Hayallerimin sinemasıydı orası... Çocukluğumun sinemasıydı. Sonra irili ufaklı bir süre sinema kapandı. Neyse bu furya sakinleşti derken, Emek kapandı. Emek nasıl kapanır ya, daha kaç zaman oldu festival yapıldı orada.

Şimdi de Alkazar kapatılmak isteniyor. Üstelik de o sinemanın önemi de Hollywood sinemasına direnişin sembollerinden bir sinema orası. Orayı da kapatıyorlarmış. Yapmayın böyle şeyler.

Sinema - Tarih buluşması ne kadar oldu yapılalı? Yeni oradaydık. İnsanlar seviyorlar bu sinemaları.

Alkazar'ın güzel yanlarından biri de, bir salonun içinden girilebilen tuvaleti. Bana çok sempatik geliyordu orası. Tuvalete giden merdivenden çıkmadan önce kenarda bir piyano yatıyor, duvara yaslanmış. Ben daim oraya gittiğimde tıngırdatırım bişiler, piyanoyla konuşurum. Filmler dışında benim için ayrı bir keyiftir orası.

Kapatmayın sinemalarımı!

Çarşamba, Şubat 24, 2010

Yan Acımasız Aşk

Kimileri yakar ateşi, saklar yüreğine. 


Kimileri yüreğinde yanan ateşi soğutur ki, daha fazla yanmasın


yanık olduğu kişi.

Pazar, Şubat 21, 2010











Gurur duydum Semih Kaplanoğlu... Sinemanı masturbasyon diye nitelendirenlere güzel cevap olmuş oldu.

Fatih Akın, ne kadar Türk olsa da, Alman filmi çekmişti. Bu da Türk filmli ödül oldu. Hadi bakalım.

Çok mutlu oldum, tebrik ederim.

Sanki bu bloğu okuyan var da yazıyorum işte, içimden geldi.

Cumartesi, Şubat 20, 2010

Aşk


Türkü ilham verdi ve yazayım dedim. Başka ne yapabilirim ki... 4 yıl sonra geri döndüm bloğuma...


Mazoşist bir aşkın buseler içindeki kötürümü...
Yürümek istiyor, çekip gitmek istiyor insan zamanla ama bir bataklığa saplanmış gibi kalıyorsun orada.
İçine bata bata boğulurken, nefes alamıyorsun ama bir yandan da hoşuna gidiyor bu durum.
Munch'ün tablosundaki gibi çığlık sadece tablonun içinde saklı kalıyor.

İnsan seviştiğinde nefes alabiliyor şeytanıyla...