Pazartesi, Aralık 05, 2011

Kalabalığın İçinde Yalnız Kalmak: En Berbat Gece ve En Güzel Günün Ard Arda Gelmesi


Uzun zamandır buraya gelmedim. Çünkü herkes için olan bir blog olsun istedim. Bunun üzerine sinema bloğumu hayata geçirdim. Bunun üzerine burayı boşladım. Ne de olsa kendime yazıyorum. Kendim için yazıyorum. 

2011 gösterip vermeyen bir yıldı. Hala da son ayında olsak da devam eden bir yıl. Artık onun vedalaşmanın zamanı geldi. Benim 5 projemi yeni bu sene. Tatil yapamadım. Çok çalışarak hiç bir şey elde edemediğim bir yıl oldu. 

Düşünsenize yıla o kadar umutlu girmiştim ki; hayatım değişecekti 2011'de neden mi 27 uğurludur diye. Palavra! 27 uğurlu olsa da ben uğurlu değilim anlaşılan... Ya da bu zaman dilimi. 2010 - 2011... Bu yıllar beni maffetti. 

Askerden döndüğümde kendimi şanslı hissettim. Bir sevgilim, aniden karşıma çıkan işim ve hayallerimi sonuna kadar götürecek umudum vardı. Peki sonra ne oldu da bu duruma geldim. Bilmiyorum ki? İşler her zaman kötüye gittiğinde düzelir. Ancak bu sefer değişmedi. Geride kalan şu 2 yılı düşünelim. Aklımda o kadar az şey kaldı ki... Örneğin düşünelim...

2010... Rammstein konseri

2011... Iron Maiden konseri
            Sonisphere, Rock N coke, Bon Jovi, Mr. Big...
            Yaşi'ye bağlanmak...

İşte yıl değerlendirmekten çok bu sefer 2011'in en önemli anlarına işaret etmek istiyorum. 

Bunlardan birisi en kötü gecesiydi belki de... 

2 ARALIK 2011 : En kötü hisleri yaşadığım gece...

Senaryo grubuyla toplantıdan sonra boş kalacaktım. Onu görecektim. O, bal böceği... Ben koymadım bu ismi aslında, kendisi koydu. Barış Manço'nun bir şarkısından ortaya çıktı. Aklımda sadece onu öpmek vardı. Onu yanıma çağıracaktım. Bir kere öpecektim ve ayrılacaktım kendi dünyama. O da arkadaşlarıyla vakit geçirecekti. Ben dahil olmadan özgürce. 

O an yanına gitme ihtiyacı hissettim neden bilmiyorum. Oturduk arkadaşlarıyla, her şey olumlu gitti. Kakara kikiri... Kaynaşmaya çalışan soğuk insanlar gibiydik. Dışarıya sıcak göründüğümüzün farkındayım. Belki de sisteme uyum sağlamak içindi her şey...

Sonra oradan kalkıldı. Lokal diye bir yere gidilecekti. Ya da karaoke barı olduğumuz girişi dahil, paranı çöpe at mesajı veren bir yere... Ben duyunca cayılır zannettim ama "biz çalışanlar ayda bir kez adam gibi çıktığımız için, paraya kıyarız!" repliğini kulağımda tiksinerek dinledim. Tınlaması bile tüylerimin diken diken olmasına yetti. Neyseki lokal oldu mekan. Öncesinde şok geçirdim. Nerede kalacaksın diye sorulduğunda bal böceği arkadaşında olduğunu söyledi. Benim tarzım değildir. Kız arkadaşını, tanımadığım insanlarla yollamak. Bu yüzden benimle kal dedim. O ise düşüneceğini söyleyerek beni sakinleştirdi. 

Daha önce gitmediğim bir yerdi. Dans edin ya da bön bön bakın diyen küçükçe bir dans pisti ve bardan oluşan yerdi. Müzikler seksenlerin film ve pop şarkılarından oluşuyordu. Müzik olarak eğlenceliydi. Ancak yine de kendi başıma hissettim orada kendimi. Gerçekten de insanlar öylece bakıyorlardı. Aslında orada olmak istediklerine dahi emin değilim. Sadece gösterişti, ben de buradayım demekti . Belki de sevenler vardı. Fakat sevenler de, sonradan görüp gelenler de ayrı dünyaların insanlarıydı. 

Sonra seninle dans etmeye kalktığımda, başarısız dansçılığımın da verdiği yeteneksizlikle, ne olursa olsun diye benimle dans etmeyi tercih etmedin. O arkadaşınla dans ettin bir süre... Evinde kalmak istediğin altı ayda bir gördüğün o eski okul arkadaşınla dans ettin. Üstelik o da yeteneksizin biriydi dans ederken, sadece kolları daha hareketliydi. Benim suçum muydu bilmiyorum ama ayak figürlerimin görünenden daha fazla olması. O adam ise kollarıyla bir ahtapot gibi ahenkli görünüyordu. Bana bakmadın o an... Ona baktın, dans ederken eğlendiğin kişi oydu, ben değildim. Zaten onun yanında da beni hiç öpmedin. Bilmem ki ben değerli miydim gözünde? Yoksa değer veren sadece ben mi kalmıştım?

Lokal de sonunda bitti. Evlere gitme zamanıydı. Senin elin benim elimdeydi. Benimleydin. Hiç konuşmuyordun. Benimle geleceğini düşünüyordum. Sonra arkadaşın geldi. Artık gidelim. "Sen nerede oturuyorsun?" diye sordu. Ben karşıda dedim. O zaman artık sen de geç kalma git dedi. Biz de taksiye bineriz dedi. O an bal böceğini elimden almak istiyordu. Ben ise sadece bal böceğine baktım. Gözlerinin içine diktim gözlerini. Benimle gel, onlarla gitme dedim. O kadar çok sessizce söyledim ki bunu. O her seferinde gözlerini kaçırdı. Reddetti. Yüzüm asıldı, gözlerimde gelmemesinden korktuğumu ifade eden ıslak ama düşmeyen gözyaşları vardı. Onlar hep orada dururlar ama düşmezlerdi. Sonra arkadaşlarından biri taksiye binmek istedi. Yürüyemezlermiş. Ben ise gitmek istemedim. Sırf onun için yanlarında geldim. Son ana kadar benimle geleceğini düşündüm.

Takside kulağına fısıldadım, benimle gel. Onlarla gitme dediysem de... Beni üzmek için yemin etmişti kendi kendine sanki. Araba durduğunda o kadar acıklı baktım ki, yüreğim acıdı. O ise reddetti benimle gelmeyi. Bağırmak istiyordum. Sonra arkadaşlarının ellerini sıktım centilmence, iyi geceler dedim. Bu durumun centilmenlikle ne alakası vardı. Kızı kolundan tuttuğum gibi götürecektim. Yapamadım. Arabadan sinirle indim. Sadece ona veda etmedim. Bal böceğine... Kapı kapandığında camın ardından yüzüme baktı öylece, üzülme diye. Ben ise artık ne yapacağımı bilemiyordum. Başımı ona bakarak iki yöne salladım. Yanlış yaptın, bana bunu yapmamalıydın diye. Taksi önümden geçip gitti. Bir hayalkırıklığı daha olmuştu. 2011 hayal kırıklıkları yılı değil miydi zaten? Öyleydi. 

Berbat halde, dünyanın en değersiz insanı hissettim. Terk edilsem belki bu kadar koymazdı. Tek başına kalmış, bir kenara itilmiştim. Bir erkeği bir kadından başka maffedecek bir canlı yoktu hayatta ne yazık ki... Koşup bağırmak istedim yapamadım.Bindiğim sarı dolmuş boş yolda ilerlerken, hırsımı çıkarak bir şeyler aradım bulamadım. Eve geldiğim anda fırlattım telefonumu... 

O an keşke hiç yaşanmasın dedim...

***

Kötü şeyleri anlatırken uzun uzadıya anlatırken, güzel şeylerin hep kısa sürmesi garip...

***


3 ARALIK 2011: Yılın en iyi hislerini yaşadığım gece...

Onu aradım ve benimle bir doğumgünü yemeğine gelir misin dedim. O ise şaşırmıştı. Ona kızgınlığımdan konuşmayacağımı zannediyordu. Ben ise onu için mücadeleye devam edeceğimi söyledim. Çünkü yapmadığım takdirde kendim olamazdım. 

Geldi, aldım onu belirlediğimiz yerden evime gittik. Konuştuk olan bitenleri. O da pişman olmuştu. Ancak benim ona tepki göstermem gerektiğini söyledi. Gün içinde ona öfkemi kusacaktım. O kadar tekrarlamıştım ki cümlelerimi bir anda sinirim uçup gitmişti. Onu sevdiğimi anlamaını istiyordum. Sevmek bazen bildiğimiz sevmek anlamına gelmez. Çünkü senden sürekli çok hoşlanıyorum diyemezsin. Bu yüzden seviyorum dersin. Bence farklı olan sana deli gibi aşığım kelimesidir. Bu kelime şu an raflardan indirilmedi henüz. Ancak seviyordum onun bencil hareketleri dışındakileri...

Bana söz verdi. Bir daha o durumda bırakmayacağına. Bilmiyorum gerçekleştirecek miydi sözünü ama yine de ona inanmak istedim. Ben iyi oldukça o kötü olacağını söyledi. Seni bir gün terk edeceğim farkındasın değil mi dedi. Hiç biri umrumda değildi. O ıssız kadın gibi bir şeydi. Bağlanmak istemiyordu. Bağlanmaktan korkuyordu. Onu bu kadar seven bir sevgiliden korkuyordu. Tepki gösteren bir erkek onun için daha iyiydi. ben ise sadece anı yaşıyordum. Güzel geçirilecek günlerden başka neyimiz vardı ki elimizde... 

Bana karşı tutkusunu gizleyemedi ve malum dudaklar birleştiği anda ne oluyorsa o oldu. devamını tahmin ederseniz. Son aşamaya gitmeden geri dönün ama...

Güzel bir doğum günü partisi, lüks bir restourant, canlı müziğin en yakın masa, arkadaşlar ve yanında bal böceği... Harika vakit geçirme, şarkılar söylemeceler... Muheteşem geçen bir gece... 

Sonra fokurtuda nargile... Yine dostlar insanlar... 

En iyi dostun kız arkadaşını evine bırakacak diye beklerken, sen bir şey demeden onun seninle kalmak istemesi... İşte o noktada mutlu olmak... 

Karanlık bir odada, yatağın üzerinde en dipteki duvara başını yaslayan iki beden... Yüzlerini bilgisayarın beyaz ışığı aydınlatıyor. Çok pastel bir renk var etrafta, gözlerin kapandı kapanacak, güzel müzikler çalıyor bir yandan da... Birbiriniz hakkında konuşuyorsunuz. Birbirinize dokunuyorsunuz. Sevişiyorsunuz... Beraber uyuyorsunuz... Bu sefer kaçan yok.. herkes rahat... Sabah da baş başa kahvaltı, öncesinde de yatakta pineklemeceler... mutlu olmak için çok da fazla şeye gerek yok... 


2011'deki tek gol değil belki ama ilk kez direkten dönen bir topum var. Bu yüzden de ilk futbolumuz ümit vaat ediyor. Gol belki gelecek sene gelir... bu sene bitse de kurtulsak...







Salı, Ağustos 30, 2011

Seçenekler


İnsanların önüne seçenekler verilir çoğu zaman. Bazıları "yeterince seçeneğim yoktu" der. Bazıları "bana seçenek verilmedi, ama bu haksızlık" der. Haksızlık aslında başaramayanların kelimesidir. Herkese az da olsa, çok da olsa seçenek verilir. Bu seçeneklerin doğru olanını bulması istenir. İnsan bu! Hata da yapar, doğruyu da... Bazen de boş bırakır. Böylece şansının gözünün önünde yok olmasını bekler. Bu yüzden de beklemek için önce bir şeyler yapmalıyız öyle değil mi? Aksi takdirde boşuna beklemiş oluruz. Seçenekleri yanlış yerlerde arıyoruz demektir. 

Örneğin bugün karşılaştığım biri, eski dostlardan biri... Uzun zamandır görmediğim kişilerden. Samimi değildik o yüzden. Tam bir sinema fanatiğidir. Bu yüzden de onun açısından düşünmeye başladım. Sinema ile uğraşan birinin en üst noktası ne olabilir? Özellikle de izleyicilikten öteye gitmek istemiyorsa? Bana geldi ve bu alışveriş merkezindeki sinemanın müdürüyüm dedi. O an anladım ki, belki istediği en üst noktalardan birindeydi. Bu kadar üst noktada bir adamla karşılaşmak, beni heyecanlandırdı. Hedefine ulaşıp bir yerlere gelmişti. Ben de kendime baktım ve çabalamazsan olmaz dedim. 

Zaman kimseye adil davranmıyor. Zalimce yaşların ilerlemesini bekliyor. Bu yüzden de seçenekler daralmadan, en çok seçmeli zamanlarımızdayken, en iyi seçenekleri bulmalıyız. Böylece zarı attığımızda ne geleceğini biliriz. İşimiz şansa kalmaz. Tamam şans da önemli bir şey. Lakin insanlar kendi şanslarını kendileri yaratırlar. Bu yüzden de bir şeylere konsantre olmalıyız. Yoksa göbekli, tembel adamlara dönüşürüz. Yani şu an benim olduğum gibi. 

Her şey birbirini tetikler. Ama tetiği çeken kimdir? Buna zaman belirler...

İyi bayramlar...

Cuma, Ağustos 26, 2011

Yaklaşamamak...

İnsanların kafasında çok sevdikleri kişiler, barınabilir görmeseler de. Uzun zamandır yok olanlar bile. Şimdi ise canlandı. Kalbimdeki boşluk döndü. Rüyalarımda kovalayan birileri var. Dönüp dolaşıp peşimde, arkama bakmaya korkuyorum. Ya o çıkarsa diye. 
Çok tuhaf bu zamanlar benim için. Çünkü onu görünce heyecanlanıyorum. Çok özlüyorum. 
Geri gelir mi diye düşünmeden edemiyorum saf bir çocuğum. 
Rüyalarımı uzatıyorum, seni görmek için sadece. 
Benim güzel kızım... Benim tek aşkım... Sen değilsin dediysem de, hep sen olacaksın. 
Yerini doldurmak isteyenler oldu. Belki de olacak. 
Bir insan ne kadar daha bekleyebilir. Seni doldurmak için. 
Belki de, insan sadece bir kez aşık olur. Diğerleri teferruattır. 
Belki de öyle.
Seni hala çok seviyorum. 
Özlüyorum. 
Her sene sana dönüp, rüyamda seni gördüm diyorum. Sen de yine mi desen de, bitmiş duyguların orda. 
İnsan eski sevdiğine platonik olur mu?
İlişkimiz eskidi. 
Belki senin duyguların da. 
Benim taze sevgim var ama...
Sen artık onu umursamazsın. 
İstemezsin. 
Zaten görünüşüm de kötü. 
İyiyken terk ettin.
Bense sevdim seni. 

En kötü şey: sevdiğim halde sana yaklaşamamak...
Beni öldürdün. 
Beni güldürdün. 
Benim olduğun zamanlarda en mutlu hep bendim.
Bendim...
Bendim...
Bendim...

Perşembe, Ağustos 25, 2011

Berbat Bir Zaman Üzerine...


Muhtemelen insanların daha berbat zamanları olmuştur. Ancak benim en berbat zamanlarım genelde tıkandığım zamanlardır.

Tıkanmak...

Yazamama, okuyamama, üretememe durumu...

Benim için hayatın en önemli konularından biri bu meret. Üretime alışkın bir bünye için tamamen yıkıcı bir şey.
Bu ay özellikle çok boş geçti.

Gürke geldi. Çok güzel hep kalsa keşke... Ancak kendi iç dinamiklerime baktığımda, aslında hiç bir şey iyi değil.

İş konusunda örneğin belki de hayatımı kurtaracak fırsatları kaçırmak üzereyim.

Bulduğum anime konseptini icraate sokmak için son şansım olabilir. Elimi çabuk tutmam lazım.

Hazırladığım filmimi değerlendirmesi için göndereceğim kişilerin son tarihi geçeli aylar oluyor. Olsun belki de onlar bana yine de evet derler. Bilemeyeceğim. Bu filmi çekmem gerekiyor başka çaresi yok gibi.
Neyseki öykü kitapları var. Yoksa hayata nasıl tutunurdum ki?

Kız arkadaş edinmede de son dönem çok başarısızım. Düşünün bir kilo aldım, artık kimse beğenmez. Zaten beynimi beğenen kız var mıdır şüpheliyim. Vardır kesin ama o da benimle ilişkiye yelken açmaz. Üff çok loser oldum.

Futboldan da soğudum bugün...

Her şey bok gibi.

Bu zamanlar berbat zamanlar...

Umarım yok olurlar ve içimdeki bastırılmış öfke son bulur, yoksa ben patlayacağım!

Boom!

Çarşamba, Haziran 22, 2011

Tek Gecelik İlişkilerden Nefret Ediyorum!


Nasıl bilirsiniz, insanlar hep şunu derler: o kızla tek gece geçirsem süper olur. Şu ne çakılmalık kızmış vesayre... Tabirler biraz argo biliyorum ama kimse okumuyor nasılsa. Neyse işte ben öyle diyemiyorum. Çünkü tek gecelik ilişkilere katlanamıyorum. Nasıl bir durum öyle ya... Tavana bakıyorsun ve kaçacağın zamanı bekliyorsun. Hatta tek gecenin sonunda belki de beş kuruşun yok cebinde ve nerede olduğun bile belirsiz. Sonuçta gece gelmişsin taksiyle ve bulunduğun ev bir yabancının evi. Tamam seks güzel olabilir ama kızdan yeterince hoşlanmadın ve bunun bir ilişki olmasını beklemiyorsun. Ne boktan durum!

İşte o anlarda diyorsun ki, seviştin ne oldu? Ben seviştikten sonra o kişiyle uyandığımda yüzüne gülümsemek isteyen kişilerdenim ve böyle tek gecelik ilişkilerde yapmacıklaşıyor olay. Sadece o kaba tabir ortaya çıkıyor: Çakıştık bitti. Bu mu? Evet! O halde ben çekip gideyim. Bana ters geliyor bunlar.

İlle seks temelli ilişkin mi olacak? O halde fuck buddy diye bir şey icat edilmiş. Devamlı biri ile çakışın. Bir gün bir taraf rahatsız olursa bitirirsiniz ve olay çıkıp gider. En azından o gerilimli tanımadığım insanın evinde ne yapıyorum olayı olmaz. En azından kendi adıma konuşursam...

Ben sanırım hep uzun ilişkilerin adamı oldum. Bunun zorluklarını yaşıyorum. Tek kişi ile geçirilen ilişki, sevgiye dayanan dokunuşlar, sevişmeler, seks bana daha tutkulu, daha afrodizyak, daha evimde hissettiriyor. Böylece sanki işler daha yolunda gidiyor. Zaten benimle birlikte olan kişiye de pek sorun yaratan biri değilim. Ya benden sıkılırlar, ya da ne biliyim karşı taraf bir neden bulur. Bulamazsa da zorla benim bulmamı sağlayabilirler. ne diyorum ben? Sözün özü bence bir şeyler paylaştığın, onu görmekten mutlu olduğun, gözlerinin parladığı ve arzuladığın kişi bu tür ilişkilerden çıkıyor.

Tek gecelik ilişkiler ne biliyim çekici gelmiyor bana. Belki de piç olmayı beceremiyorumdur. Bilmem...

Belki de hiç bilemeyeceğim...

Salı, Mayıs 10, 2011

2011: Hayal Kırıklıkları Yılı


Bu yıl çok fazla ümitle başladı ve bunun neticesinde çok fazla hayal kırıklıkları yarattı.

İş konusu tam bir fiyasko zaten. Çok fazla çalıştım, işlerimi zamanından önce yetiştirdim. Yaratıcı oldum ama sonuç yine sıfır. Yapımcılar mı desem, aracılar mı? Hangisi bilmiyorum ama birilerini işini yapmıyor ve olan çalışan insanlara oluyor. Benim suçum ne ki şimdi? Bunca işle uğraşıp, hiç para kazanamayan adam olmaktan mutluluk mu duyuyorum! Çok tuhaf bir yılsın 2011... İnsanın her an bir şeyler olacak diye umudu var ama canlı bomba misali her an da patlayacağını düşünebiliyorsun ki, hep öyle oluyor. Sayalım hemen...

1 - Kanıt
2 - Suç Peşinde
3 - Psikolog

Beş ay içinde patlayan 3 proje... Buna ek olarak hala ümit vermeyi sürdüren insanlar var. İşimiz iş bile gündeme geldi ve patladı. En azından o patlamadan yara almadım ben. Bu kadar yaradan sonra ölmüyorsam, güçlenmem lazım ama bir türlü olmuyor.

Diğer konuya gelelim hemen bu sene kadın - erkek ilişkileri için de son derece umutlu bir yıl ama patlamaya da müsait yine. Bakınız son bir ay içinde 3 ayrı kızla buluştum ama sonuç yok yine. Ben de mi sorun var onlar da mı bilmiyorum.

Pınar hadi patlmaya müsaitti, Zeyno ümit vericiydi ama her şey de yolundaydı olmadı o da sanki. Muallakta hala. Yasemin çıktı bakalım, hayırlısı ama o da müsait patlamaya. Ne olacak halim bilmiyorum.

En zayıf halka dediğim adamlar bile benden daha iyi konumda. Sonra web işleri de boktanlık boyutunda. Dilek sitesi dedim, varmış benzeri büyük aptallık. Diğer harita konsepti de öldü. Şimdi riot fantzeisi var ama o da patlayacak gibi. Buradan da patlak üçlü çıkmış bile.

Yıllarca Iron Maiden gelsin dedik, onu da minicik alana hapsettiler, al sana başka hayal kırıklığı. Judas geliyor diye sevindim, heriflerin gitaristi ayrıldı. Bon jovi konseri tek başına çıktı... Bu ne ya, şans mı yok, her şey mi ters gidiyor?

Spora da iyi başlamıştım patladı. Herkes için dua edip, kendimi hiçe sayınca böyle oldu sanırım.

Berbat oluyor her şey...

2011... Hayal kırıklığısın, en azından ilk 5 ay itibariyle...

Salı, Ocak 18, 2011

Yeni Yıl, Spor, Atölye ve Gülümseten Sürprizler...



Yeni bir yıl demek... Başladı bile... Çok da ilginç başladı aslında. Harıl harıl çalışan dört kişi... Biri gitti. Üç kişi kaldı. Sonrasında ise yetiştirilmeye çalışılan bir senaryo... Tam kutlamaların başladığı anda "dışarıda neler oluyor ya, bu ne gürültü böyle" diyen şaşkın ben... Yeni yıla çalışarak girdim, o halde çalışacak mıyım tüm yıl? Keşke öyle olsa...

Gerçi ilk umut parçacağı ile başlayan bu senaryo seansı en sonunda yine ilk hayal kırıklığı ile sonlandı. Neden bize versinler ki işi değil mi? Yılbaşı günü kendini parçalayan bir grup insan... Önemsizler... En azından bize böyle hissettirdiler ve yine yenildiğimizi anladık. Çöktük mü, hayır. Mücadeleye devam ediyoruz. Darısı "Kara Dul"'un başına. Belki de bizi yükseltecek olan proje oydu bilmiyorum. "İşimiz iş" de bu rüzgardan yararlanır mı dersiniz? Keşke derim...

Sonra yeni yılla birlikte spor hayatımız devam ediyor sadık dostumla. Bir gün kondisyon, diğer gün ağırlık... Başta her yer ağrılıydı ama sonra vücut alıştı. Gerçi henüz çok etkisi gözle görünür değil. Bakalım ilk testler sonucunda gerçeklerle yüzleşmeye hazır mıyız? Zavallı anneciğimin ağrılarına rağmen yaptığı güzel yemekler yüzünden tam rejim olayına geçemedim. Zaten spor salonunda bahsedilen yemek türü de bana göre değil. Her 2 saatte bir yersem ben çok şişerim. Ne de olsa çok öğün yiyen bir adam değilim ben. Çorba işine girmek lazım. Ne diyorum ben ev hanımları gibi oldum. Napalım göbeğimizle sevsin biri beni. Beni "ben" olduğum için sevsin. Nasıl göründüğüm ya da ileride olacak paralarım için değil...

Atölye de hayatıma eklenen yeni bir renk...Nasıl desem okulu özlemişim. Üstelik bu okulda çalışırsam hedeflerime hayallerime de biraz daha yaklaşabilirim. Şebnem Dönmez'e de hayalimdeki soruyu soramadım. Sorarım elbet değil mi? Bazen sormak güzel bir şeydir. Oradan bakalım bize de ekmek çıkacak mı?

Dostuma da sancılı bir doğum günü düzenledik Erko Yaşaro ile... Neyseki altından kalkabildik aksiliklere rağmen. Onun mutlu olmasını sağlamak önemliydi. Başardıysak ne mutlu....

Güneş yüzlü kız... Bazen çok uzaklardan aniden çıkıp gülümsememe neden oluyor. Ancak belki de onu hiç göremeyeceğim bir olasılığın içinde, bunu bilmemem ama hala umut etmeyi sürdüreceğim. Çünkü herkesin umut etmeye ihtiyacı var.

Bakalım yeni yıl bana hayatıma, ruhuma ve beynime iyi gelecek mi? Projelerim hayata geçecek mi? Tembelliğim yok olacak ve film, social network ve iş olayları yerine oturacak mı? En önemlisi de kalbimin kilidini birisi açabilecek mi?

Yeni yıl hoş geldin...